"Seçim atmosferinde F-16'ların kaderi ne olur?" diye soruyorsanız ona yanıtım var
"Hangi ülke, ABD yasalarını ihlal ederek Rus askeri teçhizatı satın alıyor?
Hangi ülke, neredeyse tüm diğer ülkelerden daha fazla avukat ve gazeteciyi hapse atıyor… Seçimden hemen önce ana siyasi rakibini de?
Hangi ülke, bir AB üyesi ülkenin kendi kıta sahanlığı içindeki enerji kaynakları için sondaj yapma hakkını zorla engellemeye çalışıyor?
Hangi ülke, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali nedeniyle getirilen AB yaptırımlarına katılmamakla kalmadı Rusya'ya yaklaşık 800 milyon dolar değerinde mal ihraç etti?
Hangi ülke, Irak ve Suriye'de Suriye Demokratik Güçleri gibi ABD'nin ortaklarını da hedef alan hava saldırılarına devam ediyor?
Hangi ülke, NATO'nun kritik bir genişleme hamlesine engel oluyor?
Hangi ülke, 40 bin askerle ve BM Güvenlik Konseyi kararlarını ihlal ederek bir AB ülkesini işgal etmeye devam ediyor ve BM tarafından dondurulan bir bölgeyi açmaya çalışıyor?
Hangi ülke, milyonlarca Yunan Ortodoks vatandaşının dini liderinin dini özgürlüğünü kim reddediyor?
Hangi ülke, UNESCO taahhütlerini ihlal ederek bir kiliseyi camiye çevirdi?
Hangi ülke, ABD'nin bir konsolosluğunun yerel personelini tutuklayıp hapse attı?
Siz bu ülke için kim derdiniz?"
Tarih; 22 Mart 2023.
Ortam; ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken başında bulunduğu kurumun 2024 bütçesi için Senato Dış İlişkiler Komitesi önünde savunma yapıyor.
Yukarıda alıntıladığım 11 kinayeli sorunun sahibi oturumu yöneten Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Demokrat Partili Bob Menendez. Soruları hayli manipülatif biçimde arka arkaya sıralayarak aslında soru sormuyor, Türkiye'ye yeni F-16 savaş uçaklarının satışıyla ilgili pozisyonunu kayda geçirmek için girizgâh yapıyor.
AKP medyasının koro halinde "O senatör Türkiye'ye kin kustu" diye haberleştirdiği 90 saniyelik şovun muhatabı Bakan Blinken, müstehzi bir ifadeyle Menendez'e "Sanırım buna zorlu bir müttefik derdim" diye tek cümlelik bir yanıt veriyor. Hükümet olarak neden her şeye rağmen Türkiye'ye F-16'ların satılmasına Kongre'den onay istediklerinin detayına ise girmiyor.
Blinken demişken burada bir parantez açalım. Vazgeçilmezliğinden(!) dolayı Türkiye'ye ilk ziyaretini hükümeti iş başı ancak iki sene sonra 6 Şubat depremlerinden dolayı yapan ABD Dışişleri Bakanı Blinken'dan bahsediyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilk telefon görüşmesini seçildikten neredeyse altı ay sonra onu da Ermeni soykırımını tanıyacağını bildirmek için yapan ABD Başkanı Biden'ın zaruretten muhatabıyla görüşmesi gibi Blinken da ancak çok elzem olduğunda Ankara'yı ziyarete tenezzül edebildi. Bunlar hep son derece bilinçli bir politikanın tezahürü.
Biden yönetimi Erdoğan ile sınırlı, ölçülü ve ancak çok gerektiğinde muhatap olma yönünde bir tercih kullanıyor. Biden yönetiminin Erdoğan'a dönük mesafeli duruşunda Beştepe'nin politik çizgisinden duyulan rahatsızlık kadar etkili başka bir şey daha var. Amerikan devlet sistemindeki diğer kurumları bypass ederek kişisel ilişki üzerinden Trump'ı manipüle eden Erdoğan'a yan yollara sapma girişiminde bulunabilmesinin önünü açacak tek bir koz bile vermek istemiyorlar.
Dönelim geçen hafta Senato'da vuku bulan Menendez-Blinken diyaloğuna. Blinken tek cümlelik yanıtında "Türkiye" ifadesini kullanmaktan dahi imtina edince Menendez sazı tekrar eline alıyor ve şöyle diyor: "O halde ben söyleyeyim. Ben bu ülkeye Türkiye diyorum. Onlara F-16'ları verirseniz bütün dünyaya nasıl bir mesaj göndermiş olacağız bilemiyorum. Bütün bunları yapabilirsin ve yine de günün sonunda Amerikan askeri yardımını alabilirsin. Türkiye'ye olan özlemimizi biliyorum ama bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimindeki Türkiye değil."
Aydınlık Gazetesi'ne göre Menendez'in Türkiye'ye yönelik bu "hadsiz açıklamalarının" sebebi senatörün Ankara'nın Rusya ile Ukrayna arasında oynamaya çalıştığı arabuluculuk rolünü çekemiyor olmasıydı. Batı işte bir kez daha Erdoğan'ın küresel başarıları nedeniyle haset içinde kavruluyordu. Hem zaten koskoca Beyaz Saray F-16 satışından yana iken bir senatörün vetosu işi engellemeye yetmezdi. AKP medyasının Menendez'e yönelik bu küçümser tonunun kökeninde patronlarından aldıkları işaret vardı elbette. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan Ekim 2022'de konuya ilişkin tam olarak şöyle demişti; "Tek başına Menendez'in karşı çıkması bu işi engellemez. Herkes teklif verebilir ama yasa tasarısının Kongre'den geçmesi gerekir ki şu andaki atmosfer öyle değil. Yani bir kişinin karşı çıkmasıyla olmaz. Diğer taraftan yönetim de zaten olumlu istikamette gerekli adımları atıyor."
Erdoğan haklıydı Biden yönetimi Beştepe'nin talebinin karşılanması için elinden geleni yapıyor gibi görünüyordu. Önce, bazı senatörlerin ABD'nin 2024 savunma bütçesinin taslak metnine soktuğu F-16'ların Türkiye'ye satışının Suriye'de YPG'ye saldırılmaması ve Ege'de gerginlik çıkartılmamasına bağlayan koşullar itinayla temizlendi. Bu hamleden bir ay sonra Ocak 2023'te ise ABD Dışişleri Ankara'nın F-16 talebini görüşmeye hazır olduğunu Kongre'ye bildirerek usule ilişkin bir adım attı. Ancak Amerikan güvenlik bürokrasisi henüz resmi talep niteliği taşımayan bu bildirimin içine Ankara'nın tüylerini diken diken edecek bir başka satışı da ekledi. Biden yönetimi F-16'ların Türkiye'ye satışının yanı sıra Türkiye'nin kendi tercihleri nedeniyle kaybettiği F-35 uçaklarının Yunanistan'a satışına destek veriyordu. Yani Biden yönetimi bir yandan Ankara'nın üçüncü nesil savaş filosunu modernize etme talebine yeşil ışık yakmış diğer yandan ise Yunanistan'a beşinci nesil uçakların verilmesini desteklediğini Kongre'ye bildirmişti. Washington'ın Trump döneminden beri net biçimde Ege'de denge politikası gözetmek yerine Yunanistan'ı kollayan bir tutum içine girdiğini de yeri gelmişken hatırlatalım.
Peki ne olmuştu da Erdoğan hakkında özünde Menendez'den çok farklı duygu ve düşüncelere sahip olmayan Başkan Biden ve kurmayları Erdoğan'la aynı sayfada olabilmişlerdi?
Bir kere Ukrayna'ya satılan İHA'lar, tahıl koridoru gibi meseleler Ankara'nın sistemde tutulmasının Washington açısından önemini hatırlatmıştı. Daha önemlisi ise Erdoğan Finlandiya ve İsveç'in NATO üyeliğini F-16'ları almak için manivela olarak kullanırken farklı bir pozisyon alarak süreci riske atamazlardı. Hem F-16'ları bedavaya verecek de değillerdi. Nihayetinde Amerikan savaş makinasına 20 milyar dolarlık bir girdiden bahsediyoruz.
İşin şu boyutu unutulmasın; henüz ABD tarafından onaylanmayan 20 milyarlık F-16 paketi için Türkiye'nin önüne konacak faturanın 1,4 milyarlık bölümünü biz – yani vergi mükellefi Türkiye vatandaşları- ta beş yıl önce ödedik. Ve fakat bizim vergilerimizle ödenen o meblağ ile devletin F-16 değil beşinci jenerasyon F-35 uçaklarını alacağını sanıyorduk. Erdoğan hükümeti Rus yapımı S-400 hava füze savunma sistemini de aynı süreçte satın alıp Temmuz 2019'da Türkiye topraklarına konuşlandırmaya başlayınca Washington Türkiye'yi F-35 programından attı. Uçakları vermediği gibi ön ödeme olarak aldığı 1,4 milyar doları da geri ödemedi. Bugün Beştepe hem o paranın hem de kaybettiği F-35 filosunu ikame etmek için eski teknoloji uçakları modernize ederek idare etmenin peşinde. Dahası, kaybedilen teknoloji ve milyarlar üzerinden yeni bir başarı hikayesi yazmak hedefiyle tam bir hakikat-ötesi manipülasyon örneğine imza atıyor.
Bu arada Erdoğan hükümetinin küresel devleri birbirine kırdırarak çıkar elde etme kumarının biz vergi mükelleflerine külfeti sadece alınamayan F-35 uçakları için yapılan ilk parti ödeme de değildi. Faturaya bir de Erdoğan hükümetinin satın aldığı ancak kullanamayacağı
S-400 füze savunma sistemi için ödenen 2,5 milyar doları da eklemek gerekiyor.
Menendez vakasıyla ilgili ise söylenmesi gereken birkaç şey daha var. Menendez Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylediği gibi Türkiye'ye silah satışına karşı olan "tek adam" değil. Nitekim Biden yönetiminin satışa desteğini gayrı resmi olarak Kongre'ye bildirmesinden kısa bir süre sonra hem Demokrat hem Cumhuriyetçi Parti'den 29 senatör Biden'a bir mektup yazarak İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği onaylanana kadar Türkiye'ye F-16 satışını satışına onay vermeyeceklerini bildirdiler. Satışa karşı net tutum alan senatörler sanki Biden yönetimiyle ters düşüyor gibi görünse de aslında bu Beyaz Saray'a diplomatik açıdan zaman kazandıran bir durum. Finlandiya işi çözüldü malum. Biden ekibinin Ankara'nın İsveç'in NATO üyeliği konusundaki vetosunu kırmadan F-16 işini nihayetlendirme gibi bir niyeti ise yok. Pazarlığın Türkiye'deki seçimlere kadar askıda olduğunun farkındalığı içinde top çeviriyorlar. Seçim bitene kadar gerektiğinde "Kongre'yi ikna çabamız sürüyor" plağını yeniden çalarak idare edecekler.
Washington 14 Mayıs seçimine dair Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın koltuğunda kalması için çalışan Moskova gibi açıktan bir pozisyon almış değil. Biden'ın ve beyin takımının dünya görüşü üzerinden sığ bir değerlendirme bizi Beyaz Saray'ın gönlünde yatan aslanın Erdoğan muhaliflerinin kazanması olduğu sonucuna ulaştırabilir. Ancak yakın tarihimiz Amerika Birleşik Devletleri'nin bu tür kritik kavşaklarda yumurtalarını tek sepete koymak yerine bekleyip duruma göre pozisyon almakta son derece mahir olduğunu kanıtlamış örneklerle dolu. Ayrıca Amerikan hegemonyasının otoriter rejimlerle gayet de güzel iş tutma pratiğini örnekleme işine girersem bu yazı bitmez.
"İyi de seçim atmosferinde F-16'ların kaderi ne olur?" diye soruyorsanız ona yanıtım var.
F-16'ların akıbeti en geç 11-12 Temmuz'da Litvanya'da yapılacak NATO zirvesinde belli olur. Washington pazarlığı ya Batı ile ilişkilerde yeni bir sayfa vaat eden Millet İttifakı'nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile bağlar ya da Erdoğan'ın geçen seneki NATO zirvesinde olduğu gibi İsveç konusunda diplomatik bir formüle zar zor ikna edilmiş gibi rol kesmesine izin verir. Mayıs kazasız belasız bir atlatılsın da sonra yeni hükümetin tek derdi savaş uçakları olsun!
Cansu Çamlıbel kimdir?Cansu Çamlıbel, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor. NTV'de diplomasi muhabirliği, 2005-2008 arasında da Brüksel muhabirliği yaptı. 2008'den Şubat 2019'a kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı görevlerini üstlendi. Yaklaşık 5 sene boyunca, "Yüz Yüze Pazartesi" köşesinde, Hürriyet'in haftalık siyasi söyleşilerini yaptı. 2015-2016 döneminde ABD'de Harvard Üniversitesi'nin Nieman Bursu'nu kazandı. Nisan 2017-Şubat 2019 döneminde ise Hürriyet Washington Temsilcisi olarak görev yaptı. Gazetenin, siyasi baskı sonucu el değiştirmesinden sonra istifa ederek, Türkiye'ye döndü. Gazete Duvar'daki köşesinde, dış politika alanında yazılar kaleme almaya başladı. Eşzamanlı olarak Gazete Duvar'ın İngilizce edisyonu Duvar English'in kurucu Yayın Yönetmeni oldu. Bu görevi, Ekim 2021'e kadar sürdürdü. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi üyesi olan Çamlıbel, IPI için hazırlayıp sunduğu, "Özgür Sohbetler" isimli podcast serisinde, günümüz Türkiyesi'nde gazetecilik yapmanın bedeline, içeriden bir bakış sunmaya çalışıyor. Ocak 2023'te, T24 ekibine katıldı. Lulu'nun annesidir. |